Çocukluğum büyük bir şehrin mütevazı bir mahallesinde geçti . Şimdilerde büyüdüğüm ev ve mahalle gecekondu ya da kenar mahalle
kisvesini taşıyacak bir halde olsa da insanları değişmeden kalmış mıdır diye
düşünüyorum. Şu an farklı bir şehirde yaşıyor olduğumdan çocukluğumun geçtiği semte de
uzun yıllardır hiç uğrayamadım, halen orada yaşayan eş ,dost, hısım, akrabadan
yaşayan olması ve sosyal medya sayesinde zaman zaman haberdar oluyorum. Bana
kalırsa çocukluğun yaşanmadığı her yer çorak kalmış bir toprak gibi verimsizdir.
Buna dayanarak hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını düşünüyorum.
O zamanın çocukları büyüdük, okuduk, değişen dünyanın bizi
mecbur kıldığı yaşamlara karıştık. Bilmiyorum simdi ne halde o sokaklar, caddeler,
dükkânlar? O eski çocukluğun, bayram heyecanlarının, sokak satıcılarının olduğu
bir yer kaldı mı? Bizimle birlikte tüm büyüsünü kaybetmiş olduğunu düşünmeden
edemiyorum. 90 ‘ların başında ayrıldık doğup büyüdüğüm o mahalleden, nispeten
daha modern ve yeni farklı bir mahallede geçirdim lise ve üniversite hayatımı.
Sanki çocuksu heyecanlarımı eski evimizde bırakıp geldim gibi hissetmişimdir
uzun zaman, hatta alışana kadar haftada birkaç kez ablamla birlikte ziyaret
ettik oradaki arkadaşları ve komşularımızı. Fakat lise, üniversite, yeni mekânlar ,arkadaşlıklar derken zamanla koptu bağlarımız. Ama o yıllarda yaşadığım duyguların
tesiri asla silinmedi üzerimden. Günümüz insanını ve çocuklarını düşündükçe
çocukluğuma duyduğum özlem gitgide arttı. Belki de bu sebeple hep bir yanım
çocuk kaldı.
Sokakları çınlatan seyyar satıcılar mesela:Belirli günlerde mahallenin hep aynı köşesinde bizleri bekleyen o meşhur turşucu, veresiye tutan bakkallar, ana yolun başında nefis sandviçler yapan Mehmet amca, Her gün sokak sokak dolaşıp tadını ve tarçın kokusunu hala unutmadığım o muhallebiyi satan muhallebici amca,bisikletli arabasının tentesinde takılı duran klaksonla geldiğini haber veren seyyar dondurmacı.. Mahallenin neredeyse tüm çocukları bu seyyar arabaların etrafında pervane olurduk. İşte hepsi bir bakıma benim çocuk ruhumun mimarı sayılır. Yaş geçtikçe çocukluğa duyulan özlemin, bedenimizi değil ruhumuzu doyuran zenginliğin her gün birbirine karışan bu sesler ve kalabalıklar olduğuna inanıyorum.
Sokakları çınlatan seyyar satıcılar mesela:Belirli günlerde mahallenin hep aynı köşesinde bizleri bekleyen o meşhur turşucu, veresiye tutan bakkallar, ana yolun başında nefis sandviçler yapan Mehmet amca, Her gün sokak sokak dolaşıp tadını ve tarçın kokusunu hala unutmadığım o muhallebiyi satan muhallebici amca,bisikletli arabasının tentesinde takılı duran klaksonla geldiğini haber veren seyyar dondurmacı.. Mahallenin neredeyse tüm çocukları bu seyyar arabaların etrafında pervane olurduk. İşte hepsi bir bakıma benim çocuk ruhumun mimarı sayılır. Yaş geçtikçe çocukluğa duyulan özlemin, bedenimizi değil ruhumuzu doyuran zenginliğin her gün birbirine karışan bu sesler ve kalabalıklar olduğuna inanıyorum.
Okuldan gelip- annemin tabiriyle -çantayı kapının ardına
bırakıp akşam ezanına kadar oyun oynamanın,terlemenin,kirlenmenin tadına varırdık.
Öyle Barbie bebekler, uzaktan kumandalı arabalar, play station, telefon, tablet,
bilgisayar vs. olmadığı için bence çok şanslıydık. Biz kendimiz yarattık oyunlarımızı,
tüm hayal gücümüzü kullandık, çevremizdeki ya da evimizdeki her şeyden bir oyun
icat ettik. Doğa ve insan bizim malzememizdi .Yağan yağmurla çamur olmuş
topraktan oyuncak heykeller yapardık mesela ,ya da bulduğumuz irili ufaklı
taşları toplayıp beştaş, taş kule oynardık. Her evde mutlaka bulunan, olmasa da alınan ,şimdilerde ''don lastiği '' :) diye tabir edilen iplerle; çinçen, birdirbir, ip atlama
denilen yetenek ve enerji gerektiren oyunlar oynardık. Topaç vardı bir de, huni
seklindeki bir ahşabın etrafına ip sarılarak sonrasında çevirip yere bırakarak
dönüşünü izlediğimiz. Mahallenin arkasındaki boş arsa ve tarlalarda çelik çomak oynamak, sokaklarda misket,sek sek,yakan top, istop çarçop, körebe, yakalamaca, mendil kapmaca,kızlarla evcilik ... Saymakla bitmez.
Erkek kardeşimle evde gazete kağıtlarını kesip bankacı olurduk,isim- şehir-hayvan oyunu oynardık,sandalyelere ev minderlerini yaslayıp kendimize ev yapardık.Bir dal dut ağacı ile ipekböceği yetiştirir ,kozadan çıkıp kelebek olmasını beklerdik.Fasülye tanesini ıslanmış pamuğa sarar, filizlendi mi toprağa diker ,fasülye sırığımızın büyümesini izlerdik.:) Ne çok eğlenir, ne mutlu olur ,ne çok şey öğrenirdik.
Peki ya o unutulmaz ramazan ve bayram heyecanlarına ne demeli.
Davulcunun, iftar topunun sesi, sahurda yediğimiz o mis gibi börekler- sırf
bunlar için çok küçük yasta sahura kalkar tekne orucu tutardım- :)sonra bayram
öncesi geleneksel tatlılar, yemekler, börekler... Annem terzi olduğu için
bayram kıyafetlerimizi de o dikerdi. Bayram öncesi sokaklarda evlerde bitmeyen
bayram temizliği başlardı.
Arefe gecesi banyo ederdik, uyku tutmazdı gözümü, bayram ayakkabılarım baş ucumda uyurdum tüm çocuklar gibi.Kime
gitsem, hangi kapıyı çalsam ,kim para verir, kim şeker ,kim mendil verir, kaç lira
toplarım, topladığım paralarla bakkaldan ne alırım? Gibi bir sürü düşünce ile
uyurdum o gece. Sonra bayram sabahı erkenden kalkardık, herkes kapısının önünü
bir güzel yıkardı çünkü bayram bizler için böylesine özeldi.
Annem, babam, anneannem, dedem ,kardeşlerim.. Bayram namazı sonrası kalabalık bir sofrada kahvaltımızı ederdik,
silip süpürürdük Allah ne verdiyse. Her zaman mı böylesi lezzetli ve güzel
olurdu yemekler yoksa bayram olduğu için mi her şeyin tadı bize başka gelirdi?
Her ne olursa olsun bayramın her insan, her yemek ve her nesne üzerinde
bilinmeyen bir tesiri vardı. Arınma günü gibiydi adeta bayramlar; bütün dertler,
kavgalar, küskünlükler, kırgınlıklar unutulur, herkes bir masalın iyi kalpli
prens ve prenseslerine dönüşürdü. Bu sebeple kutsaldır bayramlar, şimdilerde
anlamını yitirse de hep öyledir, öyle kalacak benim gözümde.
Televizyon da izlerdik tabii oyunlardan arta kalan zamanlarda,
özel kanallar yoktu o zaman hatta televizyonlar neredeyse 90’ lara kadar siyah-beyaz
ve kumandasızdı. Sadece TRT 1 ,TRT2 gibi
devlet kanalları vardı. Televizyonda saat 07.00 ‘de yayın başlar; saat 00.00 gösterdiğinde ise
yayın , İstiklal Marşı’nın okunması ile biterdi. Ekranda çember içinde bulunan
bir logo bulunur ,saati gösterir ve tiz bir ses ile yayın olmadığını işaret ederdi.
Hafta sonları kahvaltıdan sonra ailecek izlemeyi çok sevdiğimiz filmler vardı.
Özellikle western (Kkovboy) filmler çok ilgimizi çekerdi. Sonra diziler:Dallas,Küçük
Ev,Şahin Tepesi,Kartallar Yüksek Uçar,İyi Kötü ve Çirkin,Köle İsaura,Altın Kızlar,Cosby
Ailesi vs.. Biz çocuklar için bellli saatlerde çizgi filmler olurdu:Uçan kaz,Kibritçi
Kız,Pembe Panter,Pinokyo,Heidi,Şirinler,Ret Kid..90' larda Susam Sokağı,Voltran,Hayalet
Avcıları,Taş Devri,Casper,Ninja Kaplumbağalar…vs..
90 ‘lar sonrası özel kanalların çıkmasıyla dizi sektörü
bayağı hareketlendi ve çok rağbet gördü. Şimdi adını sayamayacağım birçok Brezilya
ve Amerikan dizilerinin hayranı ve takipçisi olup çıktık. Böylece günümüze dek
şiddeti iyice artan batılılaşma hareketi o zamanlarda başlamış oldu. Ayrıca 90 ‘ların
başında VHS ve BETA video player'lar ile
çılgınlar gibi kaset kiralayıp bol bol Rambo ,Jackie Chan (karate) ve Arabesk
film izledik :)
Yani 90 ve sonrası dönemden bugüne her şey akıl almaz bir
şekilde gelişti ve değişti. İyi mi oldu kötü mü bilemiyorum.2000 ve sonrası
yani Milenyum Çağı bilim ve teknolojinin çağı oldu. Çocuklar teknoloji çocuğu oldu,
oyunlar teknolojik oldu, ister istemez hepimiz için teknoloji vazgeçilmez oldu.
Faydalı olmadığını söyleyemem. Çünkü bilgiye ulaşmak, aradığını bulmak çok
kolay; banka kuyruklarında beklemek, araştırma yapmak ve kitap okumak için
kütüphane kütüphane gezmek, onlarca ansiklopedi karıştırmak yok artık. Her şey elimizin
altında, bir tık uzağımızda. Peki, bu imkânlardan gerektiği gibi faydalanıyor muyuz?
Kültürel ve sosyal açıdan kendi lehimize çevirebiliyor muyuz? Olumsuz
taraflarının da farkında olup bunlardan uzak duruyor muyuz? İyi bir medya okuryazarı
olabildik mi? En önemlisi artık işlerimiz daha kısa sürede bittiği için
sevdiklerimize daha çok zaman ayırabiliyor muyuz? Bunlar için hepimizin bir cevabı
mutlak vardır ama gerçek olan şu ki bizim çocuklarımız o dönemi bugünle
kıyaslayınca çok boş ve sıkıcı bulsa da bizler için değeri ve anlamı hep büyük
olacaktır.
İçinizdeki çocuk hiç büyümesin. Sağlıcakla kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder