30 Temmuz 2020 Perşembe

KADIN'I BİL


Sen kendinden önce kadını bil,

Kadını bil ki toprağı bilesin.

Özün topraktır, onun koynunda nasıl doğduğunu bil

Seni ilk kucaklayanın kim olduğunu,

İlk neyle doyduğunu, ağladığında nasıl sustuğunu bil.

İçindeki merhametin kaynağı nedir,

Bir garibe uzanan elin kıymetini bil,

Dizindeki yaraya nefesini süren tabibini;

Tepeden tırnağa kirlerini temizleyeni bil...

Bir bak ömrüne, bir eteği tutmadan geçti mi?

Bir kadının eli değmeden bir işin bitti mi?

Kadın annedir, en çok eşindir, hakkını bil;

Kadın dünyada beşik, ahirete eşiktir,

İkisine uğramadan sırat bile geçilmemiştir…

                         

ADI AŞK // BAHAR BAYDAN

15 Temmuz 2020 Çarşamba

Huzur'da Olmak


- Kaynakta OL'an İnsan, merkezine dönmüştür. Huzurdadır artık o ve ışık koyuluklarını bedeninde kotlamış, hak etmiş ve dünyada yaratıma katmaya başlamıştır. Yaratıma kattıkları yarınlardır. O AN’ın içinde huzurludur ve bilir ki AN, tüm zamanları kapsayan bir sonsuzluk...

- Geçmişini hak etmiştir o. Geçmişin tüm deneyimlerini hazmetmiş, tüm yaşam boyutlarındaki birleşenleriyle bütünleşmiş ve geleceğini muktediriyetle yaratan olmuştur.

- Yaşamının her alanında sorumluluğunu alandır o. Sorumluluğu, egodan bağımsız olan öz gücünü devreye sokmak adına alır. Özgüç, Rahman’ın gücüdür, tanrısal güçtür. Bilgileri özümsemiş, ışığın gücünü çekerek yüreğinde kotlamış ve bu bilgilerin ötesine geçerek yüreğini okumaya başlamıştır. Okuduğu sonsuzluktaki kayıtlardır.

- O, doğumu ve ölümü olmayandır. Her AN’da ve her zerrede OL'andır. Ama herşeyden önce bedeninde VAR OL' andır. Bedeninde olmak, toprakla bir olmaktır. Beden dünyadır Can! Beden, hep söylenildiği gibi öldüğünde bırakılacak basit bir giysi değildir. Beden, insana verilmiş çok özel bir araçtır. Bu araçta kainatın bilgisi saklıdır. Kaynakta olan İnsan, bilinç kotlarını açarak o bilgilere ulaşmasını bilir ve ışığın teknolojik kotlayıcı özelliğiyle bu bilgileri dünyaya kayıtlar.

- O, bir şey istemez, dilemez yeri geldiğinde muktediriyetle OL' durur. Muktediriyeti, hak edişindedir. Yaratımla ilgili hiç bir şüphe taşımaz.

- O, attığı her adımı Bütün adına atar, her eyleminde bir zerafet ve güç vardır. Kimseyi kırmaz, bilir ki kıran kırılır. Ona kötü davrananları muktediriyetle kontrol eder ama hırs, kin ve kızgınlık beslemez. En ufak bir niyetinde onları kırabileceğini ve buna muktedir olduğunu bilir ama nefsine yenilmez, buna izin vermez.

- Bilme halini yaşar. Bu eminlik hücresel düzeyde onda kayıtlı olan tüm bilgilere ulaşabilmesindendir. Şüphe barınmaz burada. Bildiğini diller ve etrafını da olumlu bir şekilde etkiler. Etki alanı çok güçlüdür ve bu alana girenler de değişmeye ve dönüşmeye başlarlar.

- Görevli olduğunun idraki içinde uykusunda da çalışır ve her daim uyanıktır aslında…

- Yıldızların ışığını dünyaya indiren ve Dünya Ana Can Kodu’na çakandır. Işık varsa huzur vardır. Huzur, düzen ve kontrolle olmaktadır. Kontrol, öncelikle kendinde kontroldür.

- Her ne iş yapıyor olursa olsun, bunu görev bilinciyle, Aşk’la, Şevk’le insanlık adına yapar ve Hak’kın huzurunda olmanın, kendinde VAR OL' mak olduğunu bilir.

- Ailesi ve nesilleri ile birlikte dünyada kontrolünü kurmuştur. Biyolojik ailesi ile tam bir bütünlük ve bağ içindedir.

- Hiç kimseyi tartmaz ve yargılamaz. Bilir ki herkes, kendinden öte kendisidir ve O' dur.

- Şer’ri kontrol eder ve şer’rin içindeki iyiliği kotlar, yaratıma kayıtlar. Bu şekilde büyük kötülüklerin önlenmesinde aktif görev alır.

- Ses İlmi’ni bilir. Ses İlmi, sesin teknolojisini kullanıp ışıkla birleştirmek ve yürekten sesleşmektir. Yürek mahrektir, küresel zamandır. Zaman sonsuzluklarından sesleniştir bu. Bütün’ün seslenişidir.

- Nefes İlmi’ni bilir. Nefes İlmi, alıp verdiğin nefesin çok ötesindedir. Bu girdapların derinlerine girmek oradan inci tanelerini çıkarmak ve nefesle tekrar Rahman’da ışık koyuluklarına girmek, bu inci tanelerini ışıkla kotlamak ve dünyada yaratıma katmaktır. İnci taneleri; karanlıkta saklı bilgilerdir, oraya girmek nefesle olur.

- Korunma talebi olmaz onun;  koruyan, kapsayan ve kucaklayandır o. Melekler de dahil olmak üzere hiç bir yüceliğe sırtını dayamaz. Herkesle ve herşeyle birleşendir, bütündür.  


 ( Erim ERGÜN ÖZ AKIŞ  / 2010 )

EŞ FREKANS YASASI

"İnsanın en fazla ihtiyacını tatmin eden, kalbine mukabil bir kalbin mevcut bulunmasıdır ki, her iki taraf sevgilerini, aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezaizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.” (Bediiüzzaman Said Nursi)

İnsanlarla olan ilişkimizde Eş Frekans Yasası devrededir. Eşinizle, sevdiğinizle, arkadaşınızla, hatta bir kediyle vs. olan ilişkimizde her zaman devrededir.
Bir insan düşünün, sıradan bir insan. Bir otobüs ya da uçak yolculuğunda tanıştınız. Ya da eskiden beri tanıdığınız, bildiğiniz birisi olsun. Her kim olursa olsun, bir insandan söz ediyoruz. Ve elbette siz. Siz ve bir başkası. İşte tam burada, Eş Frekans Yasası tamı tamına devrededir. Eş Frekans Yasası, Yer Çekimi Kanunu gibidir; vardır, kesindir.

Kendine benzeyen her şeyi çeker. Şakası yoktur, kararsızlık yaşamaz. Gelin görün ki; balon gibi hafif meşrep ağırlıkları çekmek gibi bir lüksü de yoktur. Siz balon gibi olmadığınız sürece Eş Frekans Yasası sizi ciddiye alır.

Bakın şimdi;
Robin Williams’ın başrolde oynadığı, Patch Adams filmini hatırlayınız. Eğer izlemediyseniz derhâl film arşivinize ekleyiniz.
İşte bu filmde Hunter, iç huzurunu kaybetmiş bir işçidir. Filmin hemen başında Hunter’ın iç sesini işitirsiniz:
“Yaşam eve dönmekten ibarettir. İç huzuru olmayan herkes eve dönmenin bir yolunu arar… Yaşam serüvenimin ortasında, kendimi karanlık bir ormanda buldum. Çünkü doğru yolu kaybetmiştim, sonrasında doğru yolu bulacaktım ama en beklemedik yerde.”

Hunter, hayatın anlamını yitirdiği ve kendini iyi hissetmediği için, intihar eğilimli olduğunu düşünür ve kendi isteği ile Amerika Fairfax Hospital Psikiyatri kliniğine müracaat eder. Klinikte tedavi olmak ister. Bu akıl hastanesinde Hunter’ı, Rudy isimli bir şizofrenin kaldığı odaya verirler. Rudy, ciddi bir akıl hastasıdır. Hunter’ın hayatını değiştirecek olan bu Rudy, odada halüsinasyonlar görmektedir. Hayalinde gördüğü sincaplar yüzünden bir türlü tuvalete gidemeyen Rudy, müthiş bir Eş Frekans olayına tanıklık eder ve karşılıklı olarak birbirlerine şifa olurlar.
Rudy, hayalî sincaplar yüzünden bir türlü tuvalete gidemez. Hunter ise sincapların varlığını inkâr etmez bir tutumla “sincapların aslında zararlı bir varlık olmadıklarını” mantıklı olarak izah etmeye başlar.
 Eş ruhlar birbirine şifadır ...
Alıntı

HİÇ

ANLATILANLARA GÖRE B1R GÜN;

Mevlana, Şems-i Tebrizi’yi evine davet eder. Şems, Celalettin Rumi’nin evine gider ve ev sahibinin ikramını gördükten sonra ona sorar:
– Benim için şarap hazırladın mı?
Mevlana hayret içerisinde sorar:
– Meğer sen şarap içiyorsun, öyle mi?
Şems cevap verir:
– Evet.
Mevlana:
– Bunu bilmiyordum.
– Mademki öğrendin bana şarap ikram et.
– Bu gece vakti şarabı nereden bulabilirim?
– Hizmetçilerinden birine söyle gidip alsın.
– Bu iş yüzünden Tanrı’nın karşısında şeref ve haysiyetim beş paralık olur.
– O zaman, git kendin al.
– Bu şehirde beni herkes tanır. Ecnebi mahallesine gidip nasıl şarap alabilirim ki?
– Eğer bana saygın varsa benim rahatım için bunu yapmalısın. Çünkü ben geceleri şarapsız ne yemek yiyebilir, ne konuşabilir, ne de uyuyabilirim.
Mevlana, Şems’e olan saygısından ötürü cübbesini omzuna atar, koltuğunun altına büyük bir şişe saklar ve ecnebi mahallesine doğru yola düşer.
Oraya varıncaya kadar kimse onun ecnebi mahallesine gittiğini düşünmez ama ulaştığında insanlar hayret içinde onu takip etmeye başlarlar ve Mevlana’nın bir meyhaneye girdiğini, bir şişe şarap aldığını ve onu sakladıktan sonra dışarı çıktığını görürler.
Henüz ecnebi mahallesinin dışına çıkmadan mahalle sakinlerinden Müslüman bir grup onu izlemeye başlar ve sayıları an be an çoğalır ta ki Mevlana’nın imamı olduğu herkesin arkasında namaz kıldığı caminin önüne gelinceye kadar.
Hal böyle iken kalabalığın içinde bulunan Mevlana’nın rakiplerinden birisi:
– Ey millet! Her gün arkasında durup namaz kıldığınız Şeyh Celaleddin ecnebi mahallesine gidip şarap aldı…
diye bağırdıktan sonra Mevlana’nın cübbesini çekip atar.
Milletin gözü şişededir.
Adam devam eder:
– Mümin olduğunu iddia eden, sizin inandığınız bu münafık şimdi şarap almış ve kendi evine götürüyor.
Sonra Celalettin-i Rumi’nin yüzüne tükürür.
Ve başına öyle bir vurur ki Mevlana’nın sarığı açılır ve boynuna dolanır.
Halk, bu sahneyi gördüğünde özellikle de Mevlana’nın sessizliği karşısında kesin olarak Mevlana’nın sahte takva elbisesi altında onları bir ömür boyu kandırmış oldukları kanaatine varır.
Sonuç olarak ona saldırmak için hazırlanırlar ve hatta öldürmeye niyetlenirler.
İşte tam o anda Şems birdenbire orada belirir ve haykırır:
– Ey hayasız insanlar, dini bütün bir insanı şarap içme töhmeti altında bırakmaya hiç utanmıyor musunuz? Gördüğünüz bu şişenin içinde sirke var. Zira her gün yemeğinde kullanıyor.
Mevlana’nın rakibi bağırır:
– Bu sirke değil, şarap.
Şems şişenin ağzını açar ve Mevlana’nın rakibi de dahil olmak üzere oradaki herkesin avuçlarına, şişenin içindeki sıvıdan biraz döker.
Mevlana’nın rakibi başını döverek Mevlana’nın ayaklarına kapanır ve halk da Mevlana’nın elini öpüp dağılır.
Sonra, Mevlana Şems’e sorar:
– Bu akşam beni niçin böyle bir facianın içine sürükledin ve rezil rüsva olmama izin verdin?
Şems der ki:
– UĞRUNA GURURLANDIĞIN ŞEYLERİN SERAPTAN BAŞKA HİÇBİR ŞEY OLMADIĞINI ANLAMAN İÇİN.
Sen bir avuç sıradan insanın saygısının senin için ebedi bir sermaye olduğunu düşünüyordun ama gördün ki bir şişe şarap aldatmacasıyla hepsi yok olup gitti. Senin suratına tükürdüler, başına vurdular ve hatta seni neredeyse öldürüyorlardı. Senin sermayen işte bu kadardı ve bu gece bir anda nasıl yok olduğunu gördün. O halde öyle bir şeye tutun ki zamanın geçmesi ve olayların değişmesiyle yok olmasın.
Dünya bir HİÇ…
Ehl-i dünya bir HİÇ…
Ey HİÇ! Birleşme HİÇ’le bir HİÇ için…
Ölümden sonra geriye ne kalır, bilir misin?
AŞK’tır, MUHABBET’tir
Gerisi tamamen HİÇ.

*ALINTI

AYDINLANMA

Aslında ortada ilginç bir rüya var. bu yanılsamanın sebebi ne? üst üste binen örtüler. ruhu bin örtü örtüyor. bunlar ruha mutluluk mu veriyor? mutluluk değil sarhoşluk veriyor. ruh kaynağından ne kadar uzaklaşırsa sarhoşluğu da o kadar büyür. bu sarhoşluk, hedefine ulaşmada ruha yardım ediyor mu? bir bakıma evet, ama ruhu hedefine ulaştıran asıl şey özlem. peki ruh neye özlem duyar? ayıklığa. bu ayıklığa nasıl erişiliyor? ruhu kaplayıp onu gerçek kaynağı ve hedefinden ayrı koyan örtüler atılarak. bu yanılgı örtüleri nasıl kaldırılıp atılacak? ölüm denen değişimle. ruha zorla dayatıldığı zaman buna ölüm deniyor. bu, bir sarhoşun elinden şarap şişesini almak gibi son derece tatsız ve ona bir süre büyük acılar veren bir tecrübe. öte yandan, aynı değişim gönüllü olarak da gerçekleştirilebilir, yani ruhun üstündeki örtüleri atması ve ayıklığı, bir anlık bile olsa daha dünyada yaşamasıyla. ..

ilk tecrübeye fena denir, yani yok olma; ikincisi ise diriliş demek olan beka...

anlayışın bu aşamasına bilinçle eren ruh.....her adımda karşılaştığı şeyin tadını çıkara çıkara ve yaklaşırken her anın sevincini yaşaya yaşaya varan kişi..... attığı her örtü ile büyük bir gücü ve artan bir ilhamı idrak eder;....eskiden beri bildiği ama tam olarak kavrayamadığı bir hatayı idrak eder ki o da şudur; şimdiye kadar kendini hep yansımasıyla, farklı düzlemlere vuran gölgesiyle özdeşleştirmiş.... benliğini hiçbir yerde göremediği için kedini türlü yansımalarıyla özdeşleştirmiş...sebat ve gayretle ruhu aradım ve sonunda onu örtüp kapatanın bizzat kendim olduğunu gördüm. anladım ki, içimdeki inanan, merak eden, sebat eden, keşfeden ve nihayetinde keşfedilen şey kendi ruhumdan başkası değil. beni aydınlığa çıkaran karanlığa teşekkür......muhakkak ki bu hayat ağacının tohumu da, kökü de, meyvesi de benim.

Alıntıdır.

BEYİN × KALP = DOĞRU YOL



Bir köyün dışında iki dilenci yaşardı. Biri kördü, diğerinin bacakları yoktu. Bir gün köyün dışında, dilencilerin yaşadığı bölgede orman yangını çıktı. Tabii dilenciler aynı zamanda rakipti. Aynı meslekte, aynı insanlardan dileniyorlardı. Sürekli birbirlerine kızıyorlardı. Onlar dost değil düşmandı.

Orman yanarken, iki dilenci bir an için düşündü. Birbirlerine düşmanlardı. Konuşmuyorlardı bile. Ama bu acil bir durumdu. Kör adam, bacakları olmayan adama seslendi. “Kurtulmanın tek yolu var. Seni omuzlarıma alacağım. Sen benim bacaklarımı kullanacaksın; ben de senin gözlerini. Ancak bu şekilde kurtulabiliriz.”

Anında anlaşıldı. Ortada bir sorun yoktu. Bacaksız adam dışarı çıkamıyordu. Yanan ormandan hızla çıkması mümkün değildi. Her taraf alevler içindeydi. Biraz yol alabilirdi ama bir işine yaramazdı. Çok hızlı bir şekilde çıkmak gerekiyordu. Kör adam da çıkamayacağını biliyordu. Yangının ne tarafta olduğunu, yolu, hangi ağaçların yandığını, nerede boşluklar olduğunu göremiyordu. Kör bir adam olarak kaybolacaktı. 

Ama ikisi de zekiydi. Düşmanlıklarını bırakıp dost oldular. Ve hayatlarını kurtardılar.

Bu bir Doğu masalıdır. Konusu akıl ve kalple ilgilidir. Dilencilikle bir ilgisi yoktur. Seninle bir ilgisi vardır. Orman yangınıyla bir ilgisi yoktur. 
Seninle bir ilgisi vardır, çünkü yanmakta olan sensin. Her an yanıyor, acı çekiyor, sancılar içinde sızlanıyorsun. Akıl tek başına kördür. Bacakları vardır, hızlı koşabilir, çok hızlı yol alabilir; ama kör olduğu için hangi yöne gideceğini bilemez. O yüzden sürekli ayağı takılır, düşer, kendine zarar verir ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Dünyadaki bütün entelektüeller bunu söyler. “Hayat anlamsızdır.” derler.
Hayat onlara anlamsız gelir. Çünkü kör akılla ışığı görmeye çalışırlar. Bu imkânsızdır.

İçinde bir de kalp var. Görür, hisseder ama bacakları yoktur; koşamaz, olduğu yerde kalır. Sürekli atarak bekler. Bir gün akıl anlayacak ve kalbinin gözlerini kullanacaktır.

Ben güven dediğim zaman, kalbinin gözlerini kastediyorum. Kuşku dediğim zaman, aklının bacaklarını kastediyorum.

İkisi birlik olunca yangından kurtulabilir. Hiç sorun değil. Ama unutma, aklın, kalbi omuzlarının üstünde kabullenmesi gerekir. Buna mecburdur. Kalbin bacakları değil, sadece gözleri vardır. Ve aklın, kalbi dinleyip, onun yönlendirmelerini izlemesi gerekir.

Kalbin devreye girmesiyle akıl zekâya dönüşür. Bu bir dönüşümdür; bütünsel bir enerji dönüşümü. O zaman insan bir entelektüel değil, kısaca bilge olur.

Bilgelik kalp ile aklın buluşmasından ortaya çıkar. Kalbin ile aklın arasındaki uyumu yaratma sanatını öğrendiğin zaman, bütün sırrı avuçlarının içine alırsın. Bütün gizemlerin kapısını açacak maymuncuğa sahip olursun.

Alıntı

MANNA

MANNA NEDİR ?
 Antik Mısır'da Manna diye isimlendirilen bu gizemli madde , esasında mono atomik altındır , beyaz toz halindedir . Literatürde " ORMUS " olarak da geçmektedir . Ancak ORMUS içerisinde radyum , altin , gümüş , plâtin , magnezyum oksit bulunan bir nevi kokteyldir . Manna ise saf altındandır . Antik dönemlerden beri büyük bir sır halinde üretilen bu madde , Antik Mısır'da sadece Firavunlar , Firavun ailesi ve üst düzey soylu kişiler tarafından kullanılmak üzere , üretilmiş olmakla beraber , güç elde etmek için başka maksatlarda da kullanıldığı söylenmektedir . MANNA’NIN TARİHÇESİ Rivayet edildiğine ve bazı araştırmacıların iddiasına göre Manna ilk olarak “ MU ” medeniyetinde geliştirildi ve orada kullanılmaya başlandı . " MU " da ki adı da Mu - anna idi Keza Kuran'da da geçtiğine göre , Hz . Musa'nın Manna ( Kuran'daki ismiyle Kudret Helvası ) yapımını bildiği anlaşılıyor . Hz . Musa bebekliğinden itibaren Firavun'un sarayında büyümüş ve Firavun ailesinin bir ferdi olarak kabul edildiği için , çok iyi eğitilmiş ve kendisine bütün inisiye sırlar öğretildiği için , Mısır'da çok az kimsenin bilmesine müsaade edilen bu sir , Hz . Musa'ya da öğretilmiştir . Nitekim İsraillilerin Mısır'dan sürülüp 40 yıl çölde yaşamaları esnasında , İsraillilerin bu kudret helvasını ( Manna'yı ) yiyerek , sağlıklarını koruyup hayatta kaldıkları iddia edilmektedir . SAĞLIKLA İLGİLİ ÖZELLİKLER Manna Epifiz bezini tetikleyerek , diğer hormonlarla beraber Melatonin hormon salınımınıda artırmaktadır Melatonin hormonu bağışıklık sistemini geliştiren ve koruyan bir hormon olarak , daha çok salındığında bağışıklık sistemini daha çok güçlendirdiği için insanların kansere ve diğer hastalıklara yakalanma riski çok düşük olmaktadır . • Manna kullanımı ile başta , kanser , Alzheimer , astım , pankreas , kan dolaşım bozukluğu , Parkinson , beyin kanaması , böbrek hastalıkları ve denge bozuklukları olmak üzere daha pek çok hastalık tedavi edilmektedir ve bu hastalıklardan korunulmaktadır .

UYANIŞ

Kıyam = ayaklanma
Kıyam et = ayağa kalk
Ruhların beden denen kafeste uyanmasıdır kıyamet, uyanıştır .
O halde kutsal metinlerdede bahsedildiği gibi her ruh uyanışı her beden kıyameti tadacaktır.
Uyanış ruhsal tekamül yolculuğunun son bulması , farkındalığın artması , 3.B dünya bilincinden 4 ve daha üstü dünya bilincine yükselme halidir.
Uyanış duygu ve düşüncelerin olgunlaşması , kişisel düşüncelerden arınıp sevgi aromalı birlik bilincine sahip duygu ve düşünceleri sahiplenme halidir.

Merak eden ve soranlar oluyor, nedir bu uyanış ?
Uyanış islamiyette batın, hıristiyanlıkta isevilik ve bütün dinlerin özündeki sevgi ve birlik halidir .
Dünya da pozitif duyguların sarıp sarmaladığı inanç temelli hakikat yoluna baş koyma halidir .
Hallac-ı Mansur , Hacı Bektaşi Veli , Mevlana , Yunus Emre, Pir Sultan Abdal gibi ulu erenlerin Aydınlanma yolculuğudur.
Bunu duyunca çok zor diyorlar , nesi zor sen yola baş koydun da yaradan önünü mü açmadı.
Ama öyle değil , zor geliyor sistemin sunduğu gerçeklik sanılan illüzyon yaşamdan ayrılmak , zor olan mevcut konforlarından kopmak , zor olan cehalet cennetinden vazgeçmek .

Bir bebek düşünün , ilk farkındalığı çevresinde olan varlıklar ve ailesidir. Onlar hareket ettikçe oda hareket etmek istiyor. Çevresindeki insanların ona karşı sevgisini görüyor ve hissediyor o da karşılık veriyor ayaklarını kollarını gözlerini gülüşünü kullanıyor kendini ifade etmek için ( bu hal aynı zamanda Tanrı ile arasındaki bağın ilk farkındalığına benzer insanın ) sonra onların yürüyüşünü farkeder ve kendiside yürümek ister , bunun için mücadeleye başlar , emeklemeye yerinde sürünmeye başlar karınca misali , vazgeçmez mücadeleden ulaşacaktır o menzile sonra dizlerinin üstünde, sonra ilk adım ve bu süreç içerisinde koruyucu meleği hep yanındadır , Annedir bazen , bazende baba ya da kardeştir.
Ve artık yürümeye başlamıştır . İşte uyanış Bir bebeğin yürüme yolculuğudur . Ona bu inancı aşılayan sevgidir. Ve hiç vazgeçmez bu yolculuktan başarana kadar ümitle mücadele eder.
Şimdi koca koca insanlar bir düşünün sizi korkutan nedir , bir bebek kadar olamadınız mi?

(Alıntı)

4 Temmuz 2020 Cumartesi

ÇOK BİLENLERE






Günümüzde herkes ne kadar da çok şey biliyor;ne kadar iyiyiz,ne kadar anlayışlı ve ne kadar da çokuz.Hicbir eksiğimiz, kusurumuz yok.Etrafimız yanlışlarla dolu, oysaki biz ne kadar da doğruyuz.Bunları söylerken kendimi de işin içine katarak yazıyorum. Çünkü ben de o girdabın icinde sıkışıp kalıyorum .Halbuki o kadar çok yoruyorum ki kalbimi ve zihnimi bu varlık aldatmacısından sıyrılmak için.Kendimi kandırmaktan korkarken belki de başkasını kandırıyorum olmadığım gibi görünerek.Sonra bunu düşünüyorum ve tekrar dibe vuruyorum.Biliyorum ki hâlâ  ne olması gerektiği gibiyim ne de olması gereken yerde.Sadece yerdeyim,yüzüm göğe baksa da,kuşlar gibi uçabildiğime inansam da ayaklarım yere bastığında anlıyorum ne olduğumu ve ne olmadığımı.Şimdi diyebilir miyim ki,benim kalbim temiz,niyetim halis kimseye de bir zararım yok ,kendi halimdeyim.Evet öyle olduğuma inanıyorum  elbet ama biliyorum ki aksini düşündürecek şeyler yapmışımdır.Peki kime göre, neye göre? Kim ne derse desin mühim de değil fakat kendi adıma  yetmez ,yetmiyor,yetmeyecek.Çünkü şu dünya  gerçeğin sadece bir simülasyonu ,evrenin sadece küçük bir noktası ve insan ise o noktanın içinde neredeyse  bir zerre bile değil.Varlığım bile bir hiç iken neyi  iddia  edebilirim ki.İşte insan bunları idrak ettikçe, kendi gözünde küçülüyor fakat özünde  ise ufka  yer açıyor.Geniş bir perspektiften, farklı bir boyuttan hayatı kucaklayıp kabını esnetiyor.Şimdi kapıyı kim çalsa buyursun gelsin.Orada herkesin sığacağı bir yer,doyacağı bir aş,bakacağı bir pencere var,diyebilmek ne güzeldir kim bilir!
Şimdi başa dönersek, hangimiz  bu kadarını düşünür, kaçımız kendini yanlışa yakışır görür ,kaçımız hatasını bilir ya da  kendinden şikayetçi olur ki.Olmuyoruz,olamıyoruz ama öyle sanıyoruz  nedense.Ama' larla başlayan  cümlelerle kusurlarımızın üstünü örtüyoruz.Dev aynasında gerdan kırıp, hakikatimizle yüzleşmekten korkuyoruz,ben buyum demeye cesaretimiz  yokken etrafımızdakileri  yargılamaya ve hüküm vermeye bayılıyoruz . Oysa en büyük güç doğruluk,en büyük cesaret ise kendimizle yüzleşebilmektir.Herkesten ve her şeyden kaçabiliriz ama özümüzden kaçamayız.Duygu ,düşünce ve davranışlarımızın sorumluluğunu alacak iradeye sahip olmak zorundayız.Zayıf  bir irade,kof bir anlayış , toy bir akıl, ehilsiz bir ruh ile  nasıl hayatı ve insanları sorgulayabiliriz ki.
Her şeyi bilmeyelim,yeterince bilelim.Bildiğimizi de  lüzumunca söyleyelim.Çevremizden dürüstlük ve samimiyet beklemeden önce kendimize dürüst olalım.
Kimsenin akla ve nasihate ihtiyacı yok ,hepimizin biraz susmaya ve çokça dinlemeye ihtiyacı var.Yaşam bizler için usta bir öğretici ,sabırlı bir yol gösterici.İyi bir öğrenci için alınacak ders fazlasıyla mevcut.Almasını ve anlamasını bilene...

ÇARE SİZSİNİZ..



Olmaz deriz ,olmuyor deriz ya hani ,öğrenilmiş bir çaresizlik icinde hep olmayacağına  inanmışızdır da ondandır bu olmazlara düşkünlük  .Halbuki tam da olmaya yüz tutarken vazgectigimizi bilmeden bıraktığımız  olmuştur umudun iplerini.Herkes her şeyi söyler, hepimizin vardır kendinden çok birileri için bir diyeceği. Bugün sana, yarin bana ne de olsa bu dil boş durmayacak ya ,konuşmak da farz olur kimilerine.Boş verin kim ne derse desin neye inanırsa inansın ne oluyorsa olsun.Siz kendinize inanın,inanmanın mucizesine sarılın, gücünüzü fark edin,harekete geçin ve sabredin.Dimdik dursun başınız omuzlarınızda,aklın kerametine uğrayın, kalbinizden ilham alın..
Kainat hazırdır niyetleri gerçeğe dönüştürmeye.O da güvenmek ister sizin kararlılığınıza,inancınızın sağlamlığına.Çünkü kararlılık çelik gibi sağlam bir inanç ister. Kırılmadan, egilmeden ,bükülmeden, durabilenler hayallerini gerçekleştirmeye daha yakındır.İçe evrilmedikçe yol alamaz insan hayatta.ihtiyac duyduğumuz gücün  kaynağı  içimizdedir. Kulağımıza fısıldayan hakikati duymayalım diye araya giren cızırtılara kulak asmadan devam edelim.Doğru frekansı bulana kadar dinleyelim içimizdeki sesi ve çıkaralım aradan gereksizleri.
Çaresiz değilsiniz,çare sizsiniz.Her varlık özünde kendini mutlak anlamda koruyacak direnci ve kudreti taşır.Yapamam ,başaramam,beceremem dediğimiz her şey de engel sadece bizleriz.Geçmişten getirdiğimiz şartlanmlardir bize engel olan.Yaşadığımız küçük bir başarısızlıkta kaybettiğimiz ya da kaybettirilen inancımızdır bize olumsuz düşündüren. Sen diye diye sana dayatılan ama sana ait olmayan yanlışlar senin engelin.Hatayı bir deneyim olarak görmeyenler yüzünden kaybettik başarıyı ve istikbali.Oysa başarısızlık da bir deneyimdir o da bir gerekliliktir o da bir güçtür bir ögretmendir.İnsan aklını ehlileştirmenin temelinde hatalar vardır. Bunlarla birlikte daha iyisini yapabilme yetisine sahip oluruz.Çünkü insan eksikliğini fark ettikçe bir adım daha ötesini görmeye başlar.Bildikce bilmediğinin idrakine varır ve bilginin de bir üst boyutu olduğunu görüp hayatı derinlemesine yordar.
İmkânsız diye bir şey yoktur ama hayatın özünde küçük sapmalar vardır .Önemli olan sonuç değil süreç içinde kendini fark etmektir.Asıl basari varacağın noktadan çok hedefe varmak için gösterdiğim mücadele ve herkese rağmen sen kalarak kazandığın zaferdir.Yol boyunca öğrendiklerin,düştükçe kalkabilmek , yeniden başlayabilmektir .Kaybettiğini sandığın şeylerin kazanım olduğunu görebilmektir.
Bir yolun neresinde olduğuna değil,nerden nereye geldiğimize bakmak gerek.Çünkü katettigimiz mesafedir asıl ölçü.
"Boyunun ölçüsünü almak "deyimi bundandir.Kimse bilmez ,kimse alamaz boyumuzun ölçüsünü ,biz biliriz ,biz bilmeliyiz bunu.Hayatın ederi de,oluru da ,ölçüsü de biziz.Hayat bir yük değil, güç sunar bizlere ve sadece    bilenler ve inananlar o gücün sahibi olur.
Her" an" ayağa kalmak ve harekete geçmek isteyenler için hazırda bekler ve bize gülümser.:))
Caresiz değilsiniz ,çare sizsiniz

Şiir - Görmek İster İnsan

 Görmek ister insan  Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın  Değer birbirine bir rüzgar eliyle  Sonra duyulur o ilk yaz h...