27 Aralık 2021 Pazartesi

Orhan Veli : Hayatı ve bilinmeyenleri

 


Bir Garip Orhan Veli 

Garip sözcüğünün içerisinde barınan hüzün, çocukluk yıllarından itibaren şairin etrafını sarmıştır. 13 Nisan 1914’te, Beykoz’da, Mehmet Veli Bey ile Fatma Nigar Hanım’ın çocukları olarak dünyaya gelmiştir. Açlık, işsizlik ve sefalet küçük Orhan’ın yaşamını kuşatırken beraberinde getirdiği sorunlar ile de onun dünyasının şekillenmesine katkı sağlamıştır. Beş yaşındayken geçirdiği yanma tehlikesi, dokuz yaşında yakalandığı kızamık ve on yedi yaşına geldiğinde kızıl hastalığı adeta yakasını bırakmayan yaşam mücadelelerini zorunlu kılmıştır. Belki de çocukluğunda eksik kalan her bir unsurun sesi, yaşamının ilerleyen dönemlerinde şiirleri vasıtasıyla yankılanmıştır.

Edebiyat ile tanışıklığı ilkokul yıllarında başlayan garip şair, Çocuk Dünyası adlı dergide hikâyesini bastıracak derecede varlık göstermiştir. Ardından gelen ortaokul yıllarında tanışacağı Oktay Rıfat Horozcu ve Melih Cevdet Anday ise yol arkadaşları olarak yaşamında önemli bir yer edinmiştir. Belki çektiği sıkıntıların küçük bir mükâfatı, belki de atacağı adımların sağlamlaşması adına gönderilmiş bir tesadüf eseri olarak; lise döneminin ilk yılında edebiyat öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar olmuştur. Bugünden baktığımızda bizler için oldukça özenilesi olan bu durum, içinde bulundukları dönemde Orhan Veli’ye önemli bir destek, öğüt kaynağı ve başlıca yol göstericisi niteliğinde vücut bulmuştur.

Çocukluk yıllarını sarıp sarmalayan kaza ve hastalıklar gençlik yıllarında da peşini bırakmamıştır. Garip akımının doğuş zamanlarında, Melih Cevdet’in kullandığı araba Ankara-Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlanmış ve sonucunda Orhan Veli yirmi gün komada kalmıştır. Ahmet Hamdi ile çıktıkları kayık sefası da kayığın devrilmesi ve birlikte denize düşmeleri ile sonlanmıştır. Ankara’da kaldığı süre boyunca deniz özlemi çeken şair, Üsküdar’a gidişinde bir motora binmiştir. Kabaran özlemi onu denizin engin sularına dokunmaya, adeta yosunlara sarılmaya yönlendirmiştir. Tam da bu sırada, iskeleye adımını atacakken erken davranan ve aşınmış kenarların azizliğine uğrayan şair kendisini suyun içerisinde, motora sıkışma tehlikesinde bulmuştur. Yeni bir şiirin temeli burada atılmıştır.

Tüm yaşamın konu olarak şiire dahil edilebileceğini söyleyen Orhan Veli, ilk olarak sıradan insan tipine eğilmiştir. İdeal birey kavramını yıkan şair, yaşam içerisinde gündelik sorunlarla boğuşan insanın sesini duyurmuştur. Bu sesin başlıca kaynağı kendi dünyasıdır, zira şairin bizden biri olduğunu belirtmiştik. Onun için toplumun içerisinde yer alan insan, asla ait olduğu yerden bağımsız düşünülememiştir. Dolayısıyla sanatın da toplum için ve toplumsal içerikli olması gerektiğini savunmuştur. Birçok şiirinde bu tutumunu okuruna hissettirse de “Delikli Şiir”i tüm bakış açısının göstergesi niteliğinde karşımıza çıkmıştır.

Daima toplumsal olana yaklaşan ve gördükleri karşısında sessiz kalmayan şair, bu yönüyle eleştiri ve suçlamaların da hedefinde yer almıştır. Orhan Veli ile Nazım Hikmet’in aralarında atışmalarla ortaya konan bir sevgi ve saygı bağı vardır. Nazım Hikmet’in hapiste tutulması üzerine, en başta şairlik görevi olarak benimseyerek Oktay Rıfat ve Melih Cevdet ile birlikte açlık grevine girmişlerdir. Bu süreçte “vatan hainliği, Moskova uşaklığı” gibi suçlamalara maruz kalmış ve tepkiler sonrasında grevlerini bitirmişlerdir. Ancak bu bitiriş savunduğu doğrulardan vazgeçiş değil; fırsat düşkünü yazarlara imkân vermeyiştir. Şair, grev sonrasında da yayımladığı yazılar aracılığıyla aynı tavrını sürdürmüştür.

Yaprak dergisinin çıkarılmaya başladığı dönemlerde, Orhan Veli’nin yaşadığı ev tek bir odadan oluşmaktadır. Bu odanın duvarları çatlak, çatısı delik, tuvaleti dahi eksiktir. Tam da o zamanlarda Fransız şair Philippe Soupault Türkiye’ye gelmiş ve Paris’te her derginin bir yazıhanesi olma fikrine alışması dolayısıyla Yaprak dergisinin yazıhanesini de görmek istemiştir. Ancak böyle bir yazıhane yoktur; Yaprak dergisi olağan ortamlarda oluşturulmuştur. Israr üzerine Orhan Veli ve arkadaşları o yıkık dökük odayı, bir yazıhaneye çevirme işine koyulmuşlardır. İki gün içerisinde badanalar yapılmış, çatlaklar dergi sayfaları ile kapatılmış, evlerden eşyalar getirilmiş ve Fransız şair en güzel şekilde ağırlanmıştır.

Yaşamı boyunca hiç evlenmeyen garip şair, hayata karşı geliştirdiği umursamaz tutumunu aşk üzerinde de hakim kılmıştır. Halbuki elbette sevdaya tutulacak, elbette bir kadının karşısında çaresiz kalacaktır. Yaşamı boyunca her kesimden kadının ismini mısralarında geçiren şairin, ölmeden kırk beş gün önce kaleme aldığı bir aşk mektubu ortaya çıkmıştır. Oradaki gizli “M” harfi, Orhan Veli’nin avukatının kız kardeşi olan Meziyet Bölükbaşı’nı işaret etmiş ve Bölükbaşı da adeta bu ilişkiyi kabul etmiştir. Bir de ölümünün ardından cebinden kağıda sarılı halde çıkan diş fırçası vardır. Son şiiri “Aşk Resmi Geçidi”, bu kağıtta yazmakta ve ithaf edilen kişinin Nahid Hanım olduğu iddia edilmiştir. Ancak Nahid Hanım’ın varlığı muallakta kalmış, şairimiz ise çapkınlığıyla ön plana çıkarılmıştır.

Şairin askerdeyken yazdığı mektuplar incelenerek birçok çıkarım öne sürülmüştür. Mektuplar, şair Orhan Veli hakkında sayısızca bilinmeyenler dünyasına kapı açsa da, bazılarının ardındakiler garip ve bir o kadar da önemlidir. Bunlardan birisi de askerlik yıllarında yazdığı ancak saklı kalmış olan “Dünyalarının Dışındakiler” adlı romanıdır. Daima içinde bulunduğu yaşamı konu edinen garip şair, bu eserinde yaşamın dışında kalanları anlatmayı hedeflemiştir. Romanın varlığı ve bitirilmiş olup olmadığı muallakta olsa da; Türk edebiyatının ilk “tutunamayanlar” romanı olduğu görüşü ileri sürülmüştür. Şairliği ile kitleleri kendine hayran bırakan ve büyüsüne kapılmaya neden olan Orhan Veli’nin romancılığı da fazlasıyla merak uyandırmaktadır.

Şair, Ankara’da belediyenin kazdığı bir çukura düşmüş ve başından yaralanmıştır. Önemsemeyerek İstanbul’a dönmüş ve orada fenalaşarak hastaneye kaldırılmıştır. Beyninde meydana gelen damar çatlamasının doktor tarafından anlaşılamadığı, bu sebeple alkol zehirlenmesi tedavisinin uygulandığı ve ihmal edilen beyin kanaması ardından girdiği komadan çıkamadığı anlatılmıştır. Ancak ölüm hikâyesinin bu şekilde değiştirilmesi abi Adnan Veli’nin korumacı yaklaşımı olarak değerlendirilmiştir. Asıl hikâye, Orhan Veli’nin geceyi geçirdiği bir arkadaşının evinde sabah uyanmaması üzerine hastaneye kaldırılmasını ve beyin kanaması geçirmiş olduğunu kapsamaktadır. Çeşitli şüpheler ile ölümü ardından yapılan otopsi sonucunda, beyin kanamasının nedeni fazla alkole bağlanmıştır.

Yaşamı boyunca zorluklarla mücadele eden, uğruna sırtındaki ceketi satma pahasına da olsa dergisini çıkaran ve her şeye rağmen Türk edebiyatına yeni bir akım armağan eden şairin değeri de diğer birçok şair gibi ölümü ardından fark edilmiştir. Garip şair, garip Orhan Veli belki de ölümü ile farklılık yaratmış ve kitlelerin dikkatini üzerine çekmiştir. Aynı derginin son sayısını çıkarabilmek adına Abidin Dino’nun ona armağan ettiği tabloları satmış ve aynı fedakârlık örneğini göstermiştir. Varlığını şiire, edebiyata adayan şair yaşarken ceketsiz kalsa da Aşiyan’daki mezarlığı restore edilmiştir. Bizlerin ise bu mühim şairimize karşı gösterebileceğimiz en güzel vefa örneği eserlerini okumak, anlamak, yaşamak ve yaşatmak olacaktır.

Alıntıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Şiir - Görmek İster İnsan

 Görmek ister insan  Bir kavak gibi aşıp boyunu duvarların Yaprakları o ağacın  Değer birbirine bir rüzgar eliyle  Sonra duyulur o ilk yaz h...